FOTOLAR

28 Eylül 2014 Pazar

Elveda otuzlu yaşlar...

Dün (Eylül,27) benim doğumgünümdü.

Otuzlu yaşlara veda ettiğim ama halen daha otuzlarda hissettiğim bir gündü. Hiçbir zaman yaşımı sorgulamadım belkide sorgulamaya vaktim olmadı ya da sorgulamak istemedim... Haa bir dakika. Yalan olmasın. Yirmili yaşlardan otuzlara geçerken bir ara sanırım stres olmuştum, daha doğrusu bir korku sarmıştı içimi diye hatırlıyorum. O da şimdi yazarken aklıma geldi, demekki o kadar da korkunç değilmiş :)).

Bu şekilde sorgusuz hissetmemde sanırım ailemin etkisi büyük. Hareketli, yoğun bir hayatım var aslında. 3 oğlumuzla zaman akıyor ve bir bakıyoruz pazartesi bir bakıyoruz cuma olmuş. Aslında herkesin öyle değil mi? Yoğun iş temposunda hele ki bu zamanda anı yaşayamıyoruz bile çoğu zaman. 

Aslında ben biraz daha şanslıyım şu an. 15 yıllık kurumsal hayattan sonra hiç ummadığım bir şekilde başlamış olduğum fotoğrafçılık mesleğimde en azından kendi zamanımı az da olsa kendim yönetebiliyorum. Bir diğer deyişle kendimin patronu benim. Dolayısıyla zamanı kendim istediğim doğrultuda yönetebiliyorum işim elverdiği müddetçe. Doğum fotoğrafçılığı bir nevi doktorluk gibi. 7/24 telefonun açık ve beklemede olman gerektiği için (normal doğum çekimleri için) zamanın biraz kısıtlanabiliyor ama kurumsalda çalışmak gibi değil asla. Bu yüzdendir ki  39 yılın son 3 yılı çocuklarımla daha çok beraber olduğumdan tempom daha da arttı ve sanırım bu tempo bana daha fazla enerji verdi ve belki de o yüzden Demir'ime hamile kaldığımı öğrenip Dr.'uma gittiğimde yapmış olduğumuz konuşma da " ... 39unda doğurmuş olacaksın" dediği vakit şöyle bir düşündüm ve o an yaşımı ilk kez telaffuz ettim " Ne? 39 mu? O kadar olmuş muyum yaa? "

39 yıla bayağ bir şeyler sığdı. En önemlisi büyük bir aile olduk. 5 ay önce doğan Demir'imiz ile birlikte kuvvetli olan aile bağlarımız daha da bir kuvvetlendi ve ben sanki ruhen 4-5 yaş daha gençleştim. Daha mutlu, daha enerjik ve daha sevgi dolu hissediyorum. Öylede olmak zorundayım aslında. Yoksa nasıl başederim bu veletlerle :)

Zaten önemli olan da insanın kendisini hangi yaşta hissetiği değil midir? 

Hayat enerjin eksilmediği müddetçe, 
70 yaşında bir genç olabilecekken 40 yaşında bir yaşlı olmamaya gayret gösterirsen, 
Yaşlanmaktan korkmazsan, 
Enerjini alan değil, sana enerji veren insanlarla arkadaşlık edersen,
Çocuklarınla çocuk olup, onlarlayken çocukluğuna dönebiliyorsan,
İşini işde bırakmayı başarabiliyorsan,
Hareketli olmaktan kaçmıyorsan,
Doğru insanlarla beraber isen,
Kendinle başbaşa kalmayı becerebiliyorsan,
Seviyorsan
Seviliyorsan, 
Karşındakine sevdiğini söylemeyi becerebiliyorsan,
Kalbini dinliyorsan,
Yüzündeki çizgileri görmezden gelip,
İçinden geldiğince kahkahanı atmayı başarabiliyorsan

Boşver be arkadaş, BOŞVER BE YAŞI BAŞI...

BOŞVER BE YAŞI BAŞI !

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
Büyü büyü...
Bak ellerin ayakların kocaman.
Aklın da maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
Boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü,
öl gitsin...
Parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin...
Boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim?
Aklını al da öyle git,
ister bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna...
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa...
Yaş 70'e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?


(Bir çok yerde Can Yücel diye geçer ama aslında Sibel Bengü'ye ait bir şiir...)

Yeni yaşıma kadar hayatımın bir yerlerinden girip bu zamana kadar benimle olmuş, yeni yaşımla beraber de olmaya devam edecek olan tüm  sevdiklerime; aileme, arkadaşlarıma, can dostlarıma yanımda oldukları için teşekkürü bir borç bilirim. iyi ki varsınız.
Sevgiyle kalın. 
Didem






kuzenim Tuba ile ...




24 Eylül 2014 Çarşamba

Hoş geldin Zürafa Sophie

Sizi bu yazımda Demir'in çok işlevli arkadaşı "zürafa Sophie" ile tanıştırmak istiyorum. 

Demir 5. ayını bitirmek üzere. Zamanın ne çabuk geçtiğinin kanıtıdır bana minnak oğlum. Sanki daha dün hastaneden çıkmış gibiyiz. 
5 aylık olma yolunda olsada Demir, neredeyse 2 aylıkkenden beri anormal bir salya akıtıyor ve parmakları sürekli ağzında, müdahele etmesem elini boğazına kadar sokacak. Sadece elleri olsa iyi engel olmasak eline ne geçse ağzında. Diğer 2 oğlanda hiç bu kadar olduğunu hatırlamıyoruz. Ne önlük dayanıyor, nede üst baş. 

Hani 2.den sonra 5 yıl geçti ya unuttuk mu acaba diyoruz ve erken diş çıkaracak sanki deyip duruyoruz ama 5 ay bitiyor ve hala tık yok bizim minnoşun dişlerinde. 

Bunları gözlemlerken tabii ki Demir elinde oyuncak olsun, örtü olsun ne bulursa kemirmeye çalıştığından elindeki oyuncakların kalitesini, ham maddesini ister istemez sorguluyoruz. Malum etrafda çığ gibi büyüyen Çin malı kalitesiz oyuncaklardan dolayı bir tedirginlik var. Örneğin geçen gün Sapancaya gittiğimizde annemlerin evde oyuncak bir çıngırak bulduk. Herhalde Bora ya da Doruk zamanında alınmış ve orada kalmış. Öyle de dikkat çekici ki. Nitekim iyice incelendiğinde bunun Çin malı bir oyuncak olduğu kalitesinden gayet iyi anlaşılıyor. Demir ise onu gördüğü an sustu. Her ne kadar eline vermeyip kendi elimizde çıkardığımız seslerle onu oyalamaya çalışsakda gözden kaçınca abileri eline tutuşturmuşlar. 

Bu tip olaylardan dolayı oynaması ve bir nevi dişlerini kaşıması için eline verilecek oyuncağın çocuklara uygun yapıda bir malzemeden yapılmış olmasının önemini daha da bir kavramış durumdayız. Hele ki eşim bu konularda acayip hassas.

Zürafa Sophie ile instagramda bir paylaşımda karşılaştım. Altındaki yazıyı okuyunca dikkatimi çekti, araştırdım ve şans eseri bugün Demir'le işlerimizi halletmek için dışarı çıktığımızda Joker mağazasında karşılaştık kendisi ile. Sevgili Sophie ürün özellikleri gereği olsa gerek birazcık pahalı (küçük olanı 39,5 TL., büyük olanı yanında peluş oyuncak hediyeli olarak 100TL civarında) ama bence diğer muadillerine göre kesinlikle değer. Hele konu olan bebeğimiz ise. Birçok çeşidi var ama ben küçük olanını aldım şimdilik. Önce bir deneyip görelim istedim. Nitekim yolda yürürken Demir mıkırdanmaya başlayınca hemencecik orada tutuşturuverdim eline. Evde olsam bir sudan geçirirdim ama çok pimpirikli değilim şöyle bir silip veriverdim. O kadar güzel oyalandı ki beni de rahat ettirdi açıkcası. 

İçim rahat. En azından biliyorum ki bu kategoride alınabilecek en doğru diş kaşıma oyuncağı. Sophie Türkiye sayfasından detaylı inceleyebilirsiniz ama burada kısaca şöyle bahsedeyim : 

Sophie,
%100 doğal kauçuk ve gıda boyasından yapılmıştır.
Ftalat ve Vinil içermez
Üzerindeki boyalar gıda boyası olduğundan bebeğiniz dişledikçe zamanla çıkabiliyormuş. Korkulacak birşey yok. 

Ayrıca almış olduğu ödüllerde mevcut.

İşte böyle. Biz kullanmaya başladık, sizinle de paylaştık. Artık gerisi size kalmış :)
Üstelik adınıda çok beğendim ben: Sophieeeeeee :)

Sevgiyle kalın. 


Vee tabii birkaç fotoğraf..







Bizde olmayan diğer büyük modeli 







17 Eylül 2014 Çarşamba

3son1mom: 3 çocuklu bir annenin kaleminden.






3son1mom : 3oğlan1anne

İsmi yeni koydum. Hani üçledik ya ondan :))

Bazen içim kabarıyor. Yazmak istiyorum. Yaş 40 a merdiven dayayınca ( kırk mıııı ) insanın edebiyatı coşuyor olabilir mi ? Hele bir de 3 çocukla koştur koştur bir hayat yaşıyorsan...

Evet. Uzun zamandır yapmak istediğim şeye, blog yazmaya bir adım atıyorum. Aslında web sitem üzerinden zaten zaman zaman yazıyordum ama hep ayrı bir blog sayfası açmak vardı aklımda. Demir'in de doğmasıyla 3 kuzulu bir anne olunca adımıda buldum, blogumuda açtım. 

Blog yazmak çok zaman ve özveri isteyen birşey. Takip ettiğim bloggerları şimdi daha çok takdir ediyorum. Şu iki yazıyı yazacağım diye oldukça zorlandım. Demir bütün gün gak guk edince yazıları bitirmek akşama kaldı. E ne yapalım öyle ya da böyle bu blogu sürdürmeye ve geliştirmeye çalışacağım. 

Fotoğrafçı bir anne olarak bol fotoğraflı bir blog olacağı kesin. Yerinde durmayan biri olduğumdan çocuklarla yaşadıklarımı, gezip gördüklerimizi, önerilerimi, eleştirilerimi, yemek tariflerimizi, aktivitelerimizi ve benzeri bir çok şeyi burada paylaşacağım. Artık zaman ne gösterir bilemem ama haydi başlayalım... 

Okursanız ne mutlu bana, okumazsanızda canınız sağolsun :)) 



Haydi çocuklar okula


Eylül ayını severim. Ne de olsa bu ayda doğmuşum. Havasıyla, yazdan kışa geçiş olmasıyla ve çocuklarım okullu olduğundan beri okulların açıldığı ay olmasıyla EYLÜL'ü daha da bir sevdim ne yalan söyliyeyim :) .

Geçen senede bu sevgimden bahsetmiş ve okulların açılmasına dair bir yazı yazmışım. Demişim ki : Çocuklar okula, anneler tatile... duygular aynı tabii :)

Öncelikle yeni eğitim ve öğretim yılımız hepimize hayırlı olsun. Hernekadar yenidoğan bebişimizin ailemize katılmasıyla bu yaz bana biraz daha zor geçmiş olsada 3 ay geçti gitti bile. Son haftalarında artık iple çektiğim ve "çocuklarım eğitimden bu kadar uzak kalmamalılar, o güzel okullarına kavuşsunlarrr artıkkk" diyerek dile getirdiğim gün geldi çattı ve ev bir anda Demir'le bize kaldı. Artık rol mü yapıyorlar yoksa gerçekten mutlulukla mı gidiyorlar bilmiyorum ama benimkiler şu an için bu durumdan memnunlar.

Bilmeyenler için söyliyeyim, büyük oğlum Bora 8 yaşında ve bu sene 3. sınıf oldu. Ne zaman anasınıfını bitirdi, ne zaman 1 ve 2. sınıfdan mezun oldu inanın anlamadım. Her zaman söylerim zaman çok ama çok hızlı geçiyor dolayısıyla her anın tadını doyasıya çıkarmak lazım yapması zor olsada :(

Doruk, 2 numara ve 5 yaşında. Benim afacan Doruk'um o. Bilen bilir :) O da bu sene anasınıfı oldu. Daha bir büyüdü ve en önemlisi o da artık bir abi oldu. Yazın oynamaktan tam farkına varamamış olsada şu anda abi olduğunun gayet iyi farkında ve bunu da bizlere (!!) zaman zaman yansıtıyor.

Demir'im ise henüz 4 ayı yeni bitirdi. Anne yuvasına gidiyor :) yani anasının kucağında henüz. O da abileri olmayınca birazcık dinleniyor yoksa abilerinin mıncıklamasından ona da geliyor terelelli durumları :)

İşte bizde okul durumları böyle. Sabahın 06.45 inde başlayan okul maratonu 17.00 de son buluyor bizim evde. Bu sadece koşuşturması. Bir de bunun ödev kısmı var.

Gittikçe karışan, zor bir hal alıp çocuklarımızı saçma sapan bir yarışa sokan bu okul sistemimizle her geçen sene daha da bir yakınlaşıyoruz. Diliyorum ki, çocuklarımızın üstesinden kolaylıkla gelebilecekleri bir yıl olsun inşallah...

Ya biz anneler... Şimdi biraz dinlenme zamanı... Koşuşturmacalarla geçen, aktivitelerle oyalamaya çalıştığımız, ipad oynuyorlar diye sinirlendiğimiz ama bazen de istemeyerekde olsa bizim başvurduğumuz, çalışırken tatillerimizi onlara göre ayarlamaya çalıştığımız, kim bakacak diye dertlendiğimiz, ödevlerini bitirmeleri için bıdı bıdı yaptığımız bizler için koca bir yaz sonrasında nefes alma zamanı tabii kafamızda yapılması gereken bir sürü şeyin planlarıyla.

Hepimize kolay gelsin.
İyi tatiller.